İstanbul Nakışhanesi

Tülin Gönültaş

Tezhipde Süsleme Unsurları

Süsleme insanlık tarihinin herhangi bir noktasında ve kültür çevresinde görülebilmektedir. İlk çağlardan itibaren topluluklar halinde yaşayan insanların temel eğilimlerinden biri olan süsleme, mağara duvarlarında veya kayalar üzerinde görülmeye başlar. İnsan toplulukları  zaman içerisinde  süslemeyi ülkelerin milli karakterlerini taşıyan, o ülke insanlarının kendine has zevk ve duygularının şekillenmesi olarak ortaya çıkar.

Orta Asya kaynağı,yeni Türk ülkeleri için bitip tükenmez bir merkez olmuş ve bu merkez asırlarca kendini oradan beslemiştir.  Türk süsleme sanatının en eski örneklerini, Türklerin tarih sahnesine çıktıkları ilk devirlerden itibaren bu coğrafi konumlarda görmeye başlarız. Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Fatih döneminin motifler ve renkler açısından olağan gelişmesinin yanısıra,Yavuz Sultan Selim (1512-1520) devri tezhib sanatında yenilik olarak, İran Seferi sırasında İstanbul’a gelen sanat­çıların, sanata yansıttıkları etkilerdir. Özellikle pars beneği (Çintemani, kaplan postu) kullanılmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman Devri (1520-1566) tezhib sanatı açısından zirvede olan bir dönemdir. Zahriye, serlevha, sure başları ve hatime sahifelerinde zengin işçilik görülür, altın çok kullanılmış ve lacivert renk dönemin önemli rengi olmuştur.

Zahriye sahifelerinde formlar, altıgen, sekizgen, dörtgen şeklin­dedir. Desenlerin işçiliği artmış, bordürler çeşitlenmiş, tığlar en zengin örneklerini vermiştir. Stilizde motifler çok çeşitlenmiştir. Bu devrin önemli özelliğinden biri de saz yolu üslubunun görülmesi ve güzel örneklerini vermesidir. Saray nakışhanesinde doğulu sanatçıların etkileri saz yolu üslubunda olduğu gibi açıkça görülmektedir. Kanuni Sultan döneminin ekol yaratan ünlü nakkaşların başında Şah Kulu ve Kara Memi gelmektedir. 1520-1526 yılları arasında faaliyet gösteren Şah Kulu Osmanlı Sanatında kitab bezemesinden kumaşa, çiniden kuyumculuğa kadar yaygınlaşan özgün bir üslubun, saz üslubunun yaratıcısı olmuştur. Onun öğrencisi olan Kara Memi ise, Osmanlı süsleme sanatının gelmiş geçmiş en önemli sanatçılarından biri olarak dikkati çeker. Aslında müzehhib olan Kara Memi kitap  sanatının klasik kuralların dışına çıkan, yeni motiflerle o güne değin görülmemiş bir üslubun yaratıcısı olmuştur. Kullanılan renkler ise altın ve laciverdin uyumu ile birlikte turuncu, yeşil, vişneçürüğü, pembe, sarı, eflatun, siyah ve bu renklerin çeşitli tonlarıdır. Çiçeklerde hemen hemen bütün renkler kullanılmıştır. Tabiattan yetiştiği şekilde alınan, gül, nergis, lale, sümbül, süsen, haseki küpesi, zerrin ve bahar çiçekleri kullanılmıştır.

17. yy’da tezhib sanatında pek yenilik görülmez. 16. yy. sanatının devamı niteliğindedir, motif renk ve kompozisyonlarda bir değişiklik olmamakla birlikte altının kullanımı artmıştır.Osmanlı tezhib sanatı bu dönemden sonra Osmanlı kültür ve sanatında başlayan Batılılaşma akımları etkisinde,gerek renk ,motif ve desen,gerekse kompozisyon düzeni açısından çok farklı özellikler göstermeye başlamıştır.

18. yy’da (III. Ahmed Devri) Batı sanatı etkisi daha bariz şekilde hissedilmeye başlamıştır. Fransız Rokoko sanatı Miladi 1721′den sonra Osmanlı sanatlarını etkisi altına almıştır.Bu etki altında gerek tezhib sanatında gerekse Türk sanatının diğer dallarında bu tarz tasrımlarla eserler verilmiştir. Ve Avrupa baroğuna Türk zevki katıldığından dolayı buna, Türk baroğu demek yanlış olmaz.[2]III. Ahmed döneminde başlayan değişim yaygınlaşıp 19. yy’ın başlarına kadar devam etmiştir. Klasik form tamamen terk edilerek, iri çiçekler, buketler, vazo, saksı veya sepet içinde buketler, kurdela ile bağlanmış çiçekler bolca kulla­nılmıştır. 19. yy. sonuna kadar aynı üslub devam etmiştir.

Türklerde yazı ve etrafında toplanan sanatları öğretmek üzere bir okul 1914′de “Medresetül Hattatin” adı ile açılmıştır. İlk müdürü hattat Arif Bey olup, mektebin amacı yazı,tezhib,halı, cilt,ebru ve ahar gibi eski sanatlarımızın devamını sağlamaktı. Mektep, Cumhuriyete hatta harf inkilabına kadar önce medresetül hattatin sonra hattat mektebi olduğu bilahire Şark Tezyini Sanatlar Mektebi adı altında faaliyetini sürdürmüş ve nihayet 1936′ da “Güzel Sanatlar Akademisine ” bağlanmıştır.

Günümüzde Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Geleneksel Türk El Sanatları Bölümlerinde eğitim devam etmektedir.

Bir Yazma İçinde Kullanılan Süsleme Unsurları

Tezhip lügat manasına göre “altınlama” demektir. Eskilerin hüsnü-hat sanatı dedikleri güzel yazı niteliğindeki yazıların etrafı ve el yazması kitapların (Kur’an’lar, murakkalar, kıt’alar, divanlar) başlık sahifeleri ve diğer yerlerine çeşitli desen ve motiflerle yapılan süslemelere tezhib, bu sanatın ustalarına da müzehhib denir.

Arapçada altınlama manasına gelen tezhip sözü yalnız altın yaldızla işlenen işleri ifade etmez; boyalarla yapılan ince kitap tezyinatına da denir. Sırf altınla yapılan benzer işlere halkâri denilir ki altın yaldızla süslenmiş mânasına gelir. Genel olarak güzel ve stilize kompozisyonlara “nakış” bunu yapanlara da “nakkaş” derler ki, bunların sadece tek ve çeşitli renklerle terkibini yapanlar demektir. Fakat bu sanatın mensuplarına nakkaş denmez, müzehhib olarak isim alırlar.

Yazma kitaplara baktığımızda genel olarak, zahriye sahifeleri, serlevhalar, surebaşları, hatime sahifleri ve ayetler aralarında bulunan duraklar, secde, cüz, hizip, aşır gülleri olmak üzere çeşitli bölümlere ayrılırlar. Şimdi bu bölümleri inceleyelim.

1.Zahriye Sahifeleri: Yazma eserlerin başlık bulunan ilk sahifesinden önceki, temellük veya vakıf kaydı bulunan, çoğunlukla tezhibli ve bazan da boş sahifelerine zahriye adı verilir. Bu sahifelerde bazan kitap başlığı, müellifi, meşhurların hükmü, bir beyit vb. yazılar bulunur.

Arapça’da zahr, sırt arka anlamındadır “zahriye” ise sırtlık demektir. Bulunduğu yer itibariyle bu ismi almıştır.

Zahriyeler devirlere göre değişiklik göstermektedir. Fatih devri kitaplarında zahriyelerin çift sahife olduğu görülürken, 16. yy.’da zahriyelerin tek sahife, fakat plan ve tezyinat itibari ile en mükemmel derecede olduğu görülür.

2. Serlevha Başlık Sahifeleri: Tezhibin kitaplarda tatbik edildiği kısım kitapların ilk sahifeleri başına yapılan ve başlık veya serlevha denilen süslemelerdir. Serlevha sahifesi karşılıklı iki sahifeden oluşur ve bu iki sahife simetriktir. Fatiha ve Bakara surelerini ihtiva eden bu sahifeler yoğun bir süsleme yapılarak mushafların en gösterişli sahifeleri haline gelmiştir. Serlevha sahifesinde sanatkar bütün ustalığını gösterir. Tezhibin başlıca amacı olan yazının ön planda, tezhibin ikinci planda olma ilkesi burada terk edilerek, tezhibin bütün ihtişamı serlevha sahifesinde sergilenmektedir.

Serlevha sahifelerinin yazma kitaplarda özellikle mushaflarda kullanımı devirlerine göre farklılıklar gösterir 16. yy’a kadar serlevhadan önce gelen zahriye sahifelerinde önem azalarak, bütün ağırlık serlevha tezhibine verilmiştir. Ayrıca serlevhalara mihrabiye veya dibâçe adı verilmiştir.

3. Sure Başları: Kuranı Kerimlerdeki sure başlarına veya kitaplardaki bahis başlarına yapılan süslemelere, sure başı veya fasıl başı denilmektedir. Sure başları mushaflarda genellikle serlevha sahifesinden sonra gelir. Bu sure başı kubbeli taç şeklinde olup üst taraflarında tığ denilen, dolu zeminden, boşluğa geçişinde gözü rahatlatan süslemeler bulunur. Kubbeli formların yanında, dikdörtgen formlu gibi çeşitli şekil ve kompozisyonlarda sure başı tezyin edilmiştir. Sure başlarında genellikle surenin ismi yazılıdır, bu yazı ekseriya beyaz renklidir ve çok kez altın üzerine yazılır

4. Hatime Sahifesi: (Bitiş) Yazma kitaplarda müellifin eseri bitirirken yazdığı duaları, hattatını, varsa müzehhibini belirttiği yazıları kapsayan son yapraktır. Hatime sahifeleri de devirlere göre değişiklik gösterir, ayrıca bu değişiklik, sanatkarın zevkine göre de çeşitlidir

5. Duraklar: Müzehheb çiçeklere verilen ad. Bunlar kitap süslemesinde genellikle ayetlerin başlarına veya sonlarına konulduğu için bu adı almıştır. Vakfe de denir.    Bir mushafda 6666 tane ayet bulunduğu için, duraklar zengin örneklere sahiptir. Devirlere göre farklılıklar gösterirler ve gözü dinlendirmek amacı ile de kullanılırlar. Yapıldıkları şekillere göre isim alırlar; “mücevher” nokta, geometrik olarak işlenenlerdir. “Şeşhane” nokta ise; daire formunda altı parçaya bölünmüştür. Üç yapraklılara “seberk”, beş yapraklı duraklara “pençberk” denilir. “Helezon” durak, iki helezonun iç içe geçmesiyle elde edilen duraklardır. Muntazam biçimde yaprak formlarından yapılmış yuvarlaklarda “yaprak nokta” ismini alır. Altın zemin üzerine altınla yapılan noktalara ise “zerendezer nokta” denir.

6. Kenar Suyu ve Cetveller: Sahifelerdeki yazıların etrafına altınla iç ve dıştakiler ince ortadaki kalın olmak üzere cetvel tabir olunan çizgiler çizilir.  Cetvellerin başlıca amacı yazıya sınır oluşturup,  göze ferahlık vermek ve iki desen arasında ayırıcı eleman olarak kullanılmasıdır. Eskiden yazma eserlerde cetvel işlerini “cetvelkeş” tabir olunan kişiler yapardı. Değişik sayı ve kalınlıklarda olabilen cetvellerde, üzerine uygulanan kenar sularına göre de isim alırlar. Zencerek, münhani, bitkisel desenli kenar suları, tezhib zencerek vb. Ayrıca iç pervaz ve ara pervaz olarak da isim alırlar.

7. Güller: Yazma kitapların sahife kenarlarında görülen, çevresi tezhiblenmiş, ortası boş, yuvarlak motifler. Ortalarına o sahifelerdeki konu yazılırdı. Çok çeşitli tarzda süslemeleri yapılmıştır. Daha çok Kur’anda, durulacak veya secde edilecek ayetler hizasında görülür.

Bunlara vakıf, vakfe, secde, hizib, sure, cüz gülü gibi isimler verilir.  Secde gülü, secde edilecek ayetlerin hizasına, hizib gülü her beş sahifede bir, cüz gülü her yirmi sahifede bir ve sure gülü de her surenin başına konurdu.